Sunday, April 20, 2025 | By: Do Ebru Marbling
25 Eylul 2014
Okullarda 3. dönem sonu tatiline sayılı günler kaldı. Hava bahardan çok yazı andırıyor; güneş, gökyüzü, hafif bir rüzgar… Geçtiğimiz hafta sonu ve bugün, Araluen Botanik Bahçesi’nde Türk ve Hollanda toplumlarının birlikte organize ettiği festivalde ebru gösterileri yaptım. Önümüzdeki hafta sonunu sabırsızlıkla bekliyorum çünkü iki haftalık tatil başlayacak.
Dün akşam, buraya yıllar önce gelmiş dünya tatlısı bir çiftin evinde yemeğe davetliydik. Sohbet güzeldi ama en çok Cengiz Abinin şu cümlesi kaldı aklımda:
“Burası bazen yağsız pilav gibi… Etrafına bakıyorsun, son derece güzel ama bir eksiklik var gibi, bir tat alamıyorsun. Ama yine de dünyayla kıyasladığında, olunabilecek en doğru yer burası…”
Ne doğru bir benzetme. Tam olarak buradaki hayatı özetliyor aslında. Güzellik var, düzen var, imkanlar var… ama bir şey eksik gibi. Belki de o şey, "aitlik" duygusu.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, insan çeşitliliği sonsuz. Tüm o kültürel etiketlere, sınıflandırmalara rağmen her birimiz ayrı birer cevher... ya da baş belası… ya da melek… ya da tam anlamıyla birer manyağız!
Zar Adam kitabı beni çok etkilemişti. İçimizde yaşayan ve birlikte var olmaya çalıştığımız farklı kişilikleri anlatıyordu. Burada da tıpkı bir bebeğin emekleyerek dünyayı keşfetmesi gibi, biz de emekleyerek insanları tanıyoruz. Her tanıdığımız kişi kat kat açılıyor; her yeni karşılaşmada bambaşka bir yüzünü gösteriyor.
Türkiye’de “Biraz gülümsese hemen ne kadar sempatik!” diyeceğimiz insanlar burada sıradan. Çünkü burada her köşe başından bir kahkaha yükseliyor. Ben kendimi çok neşeli bir insan sanırdım ama onların yanında heykel gibi kalıyorum. Öğretmenler odasında bile bir "sağa mı sola mı geçsem" karmaşasına saatlerce gülüyorlar. Küçük bir şaka bile dakikalar süren bir kahkaha krizine dönüşebiliyor.
İnsan o zaman düşünüyor: Bu kadar kahkaha içinde, hangisi gerçek? Çünkü görünüşte herkes samimi, ama bir o kadar da mesafeli. Süpermarkette, bankada, otobüs kuyruğunda — herkes araya en az üç adım koyuyor. “Kişisel alan” burada ciddi bir mesele, çember bayağı geniş!
Bu yabancı mesafelilik arasında Türkler arasında da tanıdık ama tuhaf yüzler çıkıyor karşına. Ne dost diyebiliyorsun, ne de düşman… Bir gün güler yüzlü, ertesi gün duvar gibi. Türkiye’de çevremizi seçip, bizimle aynı dili konuşan, aynı espriye gülen arkadaşlar edinmiştik. Burada her şey sil baştan.
Perth’teki Türk topluluğu konusunda çok umutlu olmamak gerektiğini söyleyen çok kişi oldu. Evet, çok seçeneğimiz yok belki ama elimizdekilerle halimize şükür ediyoruz. Ara sıra arayıp soran, soğuk havalarda kirpiler gibi ideal mesafeyi bulduğumuz güzel dostluklarımız var.
Peki, neden anlattım bunca şeyi?
Çünkü insan denen varlık bir bilmece. İçinde ne taşıyor, ne düşünüyor anlamak çok zor. Bu yüzden fazla beklentiye girmemek lazım. Zira tüm hayal kırıklıklarının kaynağı beklentiler.
He he — yok yok, bitti artık. Yormayan dostluklar lazım insana.
Ve unutmayalım:
"Life is too short for fake butter, fake cheese, and fake people."
0 Comments